Her İnsan Özeldir;
Her insan, birbirinden farklı olabildiği gibi aynı insan, yaşamı içerisinde de her an farklı olabilmektedir. İnsanın “muamma” olması da bu özelliklerinden kaynaklanır. Bu sebepten dolayıdır ki insanın önce kedisini, sonra yakın çevresindeki insanları ve diğer tüm insanlığı hakikat boyutunda anlayabilmesi gerçekten çok zordur. Bunun için yapılabilecek tek yol kendi durduğumuz yerden çıkarak, karşımızdakinin penceresinden bakabilmektir.
Her insanın farklı bir dünya olması ve bizim bunun farkında olmamız, sosyal hayatın tekamülünde bir an bile unutulmaması gereken çok önemli bir anlayıştır. İçinde yaşadığımız dünya tektir. Her insan ayrı bir dünya olunca pek çok dünya ile hem iç içe hem karşı karşıya olduğumuzu bilmek gerekir. İnsan, hem kozmik hem biyolojik hem fizyolojik hem psikolojik hem ideolojik bir dünyadır. Ondaki nüansların bile bin bir derinliği vardır. Bugüne kadar keşfedilmeyen ve keşfedilmesi en güç gerçek, insan gerçeğidir.
Astronotların Ay’a çıktığını müritleri Ğavs Hazretleri’ne (Abdülhakim Bilvanis’i ) söylediklerinde: “Mümin kulun gönlüne inemedikten sonra, Ay’a çıksalar ne olur çıkmasalar ne olur.” buyurmuşlardır.
İşin hakikatini ne kadar da güzel özetlemişler anlayabilene. Keşfi bekleyen en büyük sır Hazreti İnsan gerçeğidir. İnsan kendisinden kaçarak her geçen gün asliyeti ile yabancılaşmaktadır. Bu kaçışı ile keşfin yönünü coğrafya, fizik, teknoloji gibi alanlara yönelterek gün ve gün kendisinden uzaklaşmaktadır. Elbette yapılanlara boş ve anlamsız demiyoruz. Söylemeye çalıştığımız ana eksen insanın kendisini keşfetme azmini ve kararlılığını yitirmeden bu yönde çaba sarf etmesidir. Böyle bir gayret insanı kendisi dışındaki keşif ve buluşların yolunu da açacaktır.
Osmanlı Padişahı Sultan Dördüncü Murat’a atfedilen bir darbımesel şöyledir: Bir gün padişaha veziri bir adamdan bahseder. Sultanım tebanızdan bir kişi cami kubbelerinin üzerinde bulunan hilale konmuş güvercinleri mızrağı ile vurabilecek kadar iyi bir nişancı huzurunuza çıkıp maharetini sergilemek ister. Padişah kabul eder. Adam dedikleri gibi bir mızrak atışıyla kubbeye tünemiş güvercini vurur. Padişah önce yüz altın verilmesini sonra da yüz kırbaç ile cezalandırılmasını emreder. Çevredeki herkes gibi adam da şaşırır. Cesaret edip Sultana sorar: Efendim yüz altını anladık da, bu yüz kırbaç neyin nesi? Padişah cevap verir: Yüz altın kimsenin yapamadığı bir meziyetinin ödülü; yüz kırbaç ise boş ve lüzumsuz işlerle uğraşmanın cezası.
Gerçekten de icat ve buluş adı altında öyle lüzumsuz ve zararlı teknolojik gelişmelere şahit oluyoruz ki geleceğe dönük ciddi endişeler taşıyoruz. İşte bu endişelere sebep olan şey: Özellikle de günümüzdeki icat ve buluşların insan fıtratından uzaklaşmasıdır. İnsanın kendini tanıma ve anlama hakikatinden kaçışı fıtrata aykırı eylemlerin doğmasına sebep olmuştur. İnsanın kendisini gerçekleştirme çabası farklı alanlara yöneldikçe eksen kayması da doğal bir sonuç olarak belirmektedir. Amaç halka hizmet, Hakka hizmet olması gerekirken; insanın kendi duygularını tatmin etmeye, dolayısıyla da egolarına hizmet etmeye dönüşmüştür.
Dünyada yaşayan yedi buçuk milyon insan nasıl ki kar tanecikleri gibi farklı sima ve fiziksel görünüşe sahip ise psikolojik ve duygusal özellik açısından da farklıdır. Bu sebepledir ki zevkler, ilgi alanları, beklentiler de hep farklı farklıdır. Kainatın merkezinde Hazreti insan vardır. İnsan da eğitimle anlam kazanır. En doğru eğitim, insanın farklarını fark edip ona göre farklı yöntemler oluşturmakla mümkündür. Bunun için, ihtisas sahibi eğitimcilerin elinden geçmek çok önemlidir. Hayatta bir insanın en büyük nasibi kamil bir insan ile tanışıp onun tedrisinden geçebilme imkanına sahip olmasıdır.
Her insan kadar hakikat yolu vardır. İnsanın hakikati kendisini tanımasıyla çıkar. Bu sebepledir ki insanın kendisi ile olan hakikat yolculuğunda önüne çıkan ne varsa kendisinin özetidir. Kişiye özeldir. Genel ve ideal değildir.
Her insan farklı bir dünyadır fark edebilene. Biz yeter ki görmek isteyelim, yeter ki yörüngesine girmek, misafir olmak isteyelim. Meşru kural ve kaidelerini tanıyıp saygı duydukça yürüyebilir, ilerleyebiliriz. Yürüdükçe onun dünyasını görebiliriz. Yaşadıklarına, duygularına hissettiklerine belki birazcık da olsa hak veririz. Biz onu anladığımızı hissettirip, varlığını kabul edip tanıdıkça ona saygı duydukça, toprak misali sevgisini esirgemeyecektir bizden Üzerine bassak da zaman zaman. Sevgisiyle besleyip büyütecektir bizi dünyasında.
Saygısızlık etmemek gerek karşımızdaki dünya kadar büyük ama bir o kadar da özel insana. Ayaklarımız, ellerimiz kirli olmamalıdır. Çünkü kendi dünyamızın kirini pasını başkasının dünyasına taşımaya ne hakkımız var ki bizim. O dünyada bıraktığımız ve bırakacağımız izlerin temiz kalması gerekir. Çünkü insan zaten yaratıcısının hatırına daima en temizine layıktır. Rabbimizden gelen bizim saf izlerimiz olsun, bizim saf kokumuz… Masumane dokunuşlarımız olsun mesela insana kendisini hatırlatan. Bu şartlar altında girebildiysek eğer, biz de o dünyanın bir bireyiyiz demektir. Bunun adı vahdet değildir de nedir. Amaç tek olanı, bir tek gönülde haykırırcasına tüm dünyalara duyurmaksa eğer “La ilahe illallah Muhammedur Rasulullah” bundan daha güzel yol var mıdır anlayabilene? Bu yola büyüklerimiz aşk yolu demiş, sevgi yolu. Ama hep tek giden ulaşmış bu menzile. Belki binler ama bir yürekte tek ses, tek nefes.
Karşındaki bizi sevdiği oranda görebiliriz el değmemiş, muhabbet dolu doğal güzellikleri, çayları, gölleri, dereleri, akarsuları, denizleri, okyanusları, vadileri, bakir kalan özel mekanları. Gün görmemiş arka sokaklarında yürümemize izin veriyorsa ne mutlu bize. Bunun ismi güvendir. Diğer adıyla O’nun güvenini kazandık demektir. Artık yürüdükçe aydınlanır oralar. Sanki gece karanlık bir ormanda ayın ön dördü misali her yer pırıl, pırıl, ışıl ışıldır.
Mesela yağmur görebilirsek eğer bize yakışan ona sımsıkı sarılmaktır. Bizim yanımızda ağlayabiliyorsa, gözyaşı dökebiliyorsa eğer. Pırıl pırıl semiz, doğal dünyasını bütün güzelliğiyle gözlerimizin önüne serebilme cesaretine sahip demektir. Güçsüz değil cesurdur. Doğaldır. Yapmacıklıktan uzak dosdoğrudur. Çünkü en doğru sözü pişmanlık dolu Allah için akan samimi gözyaşı damlaları söyler. O yaşların şırıltısını dinlemek bile insanın ruhunu arındırmaya yeter de artar bile dinleyebilene.
İnsan sabrıyla beraber ulaşır selamete. İnişli çıkışlı zorlu çok yol vardır illaki. Zirveyi görmek ve orada yaşamak istiyorsak eğer bu hiç kolay değildir. Sabredip yorulmadan, yoldaki engellere takılmadan menzile varana dek yürümekten geçer bunun yolu. Pes edip geri dönmek güçsüz insan işidir. İnsan yaradılış icabı her zor şartın üstesinden gelebilecek metanettedir. Yeter ki aşk olsun…
Gökkuşaklarındaki renk cümbüşü insanın gözlerini kamaştırır mesela. Tüm renkleri oluşturan ana renkler mevcuttur orada adeta dünyanın özeti gibidir. Tefarruat yoktur. Her şey net, açık ve barizdir. Yağmur sonrası duru, net ve parlak bu görüntüyü görebilmek için de duruluk gerekir. gözyaşı damlaları söyler hakikatin şerefine en derin ve en tesirli kalbe nükseden türküleri, ilahileri. Bunları duymaya nail olabildiysek eğer ne mutlu bize. Derin bir nefes almak gerek şükrederek. İşte aldığımız o nefesteki toprak kokusu, bu dünyaya kök salmamız demektir. Bunun adı dostluktur. Kardeşlikte ifna olmak demektir ki hakikatin ilk adımıdır. İşte o zaman bize yakışan taptaze meyveler vermektir bu dünyaya. İnsan verdikçe mutluluğuna mutluluk katar. Çünkü vermek ile çoğalır haktan gelen hakikat meyveleri.
Her insan farklı bir dünyadır. Her dünyanın geçmişi, seceresi vardır, hepsinin birbirinden ayrı bir seyir hikayesi olduğu gibi, akıbeti de mutlaka farklıdır. Ama ortak olan şey hepsinin yaratıcısı birdir. Yaradılış gayesi aynıdır. Döndükleri yer farklı olsa da eksenleri ortaktır. Rıza-i İlahi ana eksendir. İnsan kendisini buldukça mutlu olur. Kendisinden kopan insanın hali yörüngesinden çıkmış gezegen misalidir. Ya bir yere çarpar parçalanır, aynı zamanda da bir yerleri parçalar zarar verir. Ya da bir yerlerde kaybolup söner, unutulur, sonuçta ikisinin de akıbeti felaketten ibarettir.
Her dünyanın farklı kuralları vardır. Bu yüzden karşılık beklemek tamamen bizim kurallarımızın disipline edilmesine bağlıdır. Biz de bir dünyaysak, bizim de yaşantımızı sağlayan bazı kural ve kaideler vardır elbet. Fakat bu kuralların başkasının yaşam alanını tehdit etmemesi gerekir. Sevgi en güzel beraberlik yoludur. Seven insan sevdiğinin isteklerine kural ve kaidelerine kıymet verir. Onun meşru istekleri karşısında nefsine tercih eder. Bu tercih O’nu onurlandırır. Ayrıca bir dostluk ve kardeşlik vesilesi haline gelir.
Ayak izleri vardır her dünyada. Dünyalarımıza girip çıkanlar, Girip kalanlar. Girip ölenler hep ayak izi bırakarak gitmişlerdir. İşte bu ayak izleri var ya bazen gönlümüzün derinliklerinde unutulmaz izler bırakır. Ne yaparsa yapsın insan derinlerde hep bunların bıraktığı lekelerle yaşar. Her şeyde insanın karşısına çıkar diğer insanların bıraktığı bu zor silinen çıkmaz izler. Bazen derinleri harekete geçiren mahzun bir şarkı ve peşinden gelen hıçkırık. Bazen bir özlem. Bülbülün güle özlemini şakıdığı gibi ne yaparsa yapsın gönül susmaz ha bire söyler de durur.
Eh tabi bülbülün halinden gül anlar da insanın halinden anlayan olmaz mı? O’nu da bulur kendisi gibi bir bağrı yanık. Bir olurlar bazen Anadolu gibi verimli ve mahzun, bazen Karadeniz gibi hırçın ve mert. Olsun gönül akarını buldu mu ne gam.
Yazımıza burada son verirken Hak yolundaki her adımımız nurlu ve aydınlık olsun. Ruhumuza bahar sevinci dolsun. Her daim dost ile gönüller Allah için hep bir atsın.. Yağmurlar arındırsın gözlerimizin önünü, gönüller bu yağmur suları ile yıkansın ki hep temiz kalsın.
Allah’a emanet olunuz.
GENEL
23 Aralık 2024GÜNCEL
23 Aralık 2024GENEL
23 Aralık 2024GENEL
23 Aralık 2024GENEL
23 Aralık 2024GÜNCEL
23 Aralık 2024GENEL
23 Aralık 2024Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.